Bir Toplumsal İnkar Öyküsü: Kim Bağımlı, Kim Değil?

Bağımlılık-Alışkanlık Sorunsalı

Bir maddenin ya da davranışın bağımlılık yapabiliyor olması genetik yatkınlıklar, miktar/sıklık, beynin haz noktalarını uyarma şiddeti gibi birçok değişkenden etkilenebilmektedir. Bu açıdan, gündelik olarak bedenimize aldığımız birçok madde ya da sergilediğimiz davranış bağımlılık yapma riski taşımaktadır. Örneğin; kahve, az miktarda içildiğinde herhangi bir sorun yaratmasa da, tüketim sınırı aşıldığında birçok sağlık sorununu beraberinde getirmekte ve içindeki kafein sebebiyle bağımlılık yaratmaktadır. Benzer bir biçimde iddia, at yarışı, briç gibi oyunlar toplumun birçok kesiminin eğlence ve sosyalleşme aracı olmasına rağmen; ucunu kaçıran kişilerin yaşamında ciddi maddi kayıplara ya da ilişkilerin bozulması gibi ailevi/sosyal sorunlara yol açabilmektedir. Peki bağımlılık yaratan maddelerin ya da davranışların bazılarını masum alışkanlıklar bazılarını ise riskli bir hastalık olarak algılamamızda belirleyici olan nedir?

Yasal olup olmadığı?Gizli ya da alenen oluşu?

Kişisel mitler ya da dini inançlar?

Çoğunluğun yapıyor oluşu?

Ulaşılabilirlik?

Sorunları tolere edebilecek maddi güce ya da arkasını toplayan yakınlara sahip olmak?

Uzman görüşü?

Gündelik yaşamın bir parçası oluşu?

Fiziksel yoksunluk belirtileri yaşamak/yaşamamak?

Ölüm riski?

Bilimin ve bu alanda çalışan insanların bu soruya vereceği yanıt tanı kriterleri üzerinden olsa da, uzmana görünmeden önce toplumun durumun ciddiyetini neye göre değelendirdiği ve destek alıp almamaya karar verdiği oldukça subjektif ve çelişkili sayılabilir. Bir örnek üzerinde gidelim. Amsterdam’da bazı maddelerin kullanımının yasal tutulması ve bunun turizmin bir parçası halinde sunulması, farklı bilinç durumlarını deneyimlemek isteyen birçok kişi için Amsterdam’ı ideal rota yapıyor. Herhangi bir madde kullanmamış ve belki yaşamları boyunca denememiş kişilerin bile yurtdışı için bu rotayı seçtiklerinde yeni deneyimlerle döndüklerine şahit olabilirsiniz. İronik olan şudur ki: Amsterdam’da eğlenme amaçlı yaptıklarını yakınlarına anlatırken hiç tepki almayan bu kişiler, yurtdışı yerine kendi yaşam alanlarında herhangi bir maddeyi deneyerek bu deneyimi yakınlarıyla paylaşmış olsalar en iyi ihtimalle bağımlılık şüphesiyle en az bir uzmana görünmeleri için yakınlarınca ikna edilmeye çalışılırken kendilerini bulabilirler. Burada normalize etmeyi kolaylaştıran şey; yasal olan bir ortamda ve giden birçok kişi deneyimlediği için deneme amaçlı olduğu şüphe götürmeyen biçimde kullanılıyor olması olabilir.

Söz konusu bağımlılık yasal olmadığında kabul etmek gerekir ki hastalığın adını koymak, etiketlemek hatta bağımlı kişiyi ötekileştirmek daha kolay olmaktadır. Örneğin; sigara bağımlısı bir kişi sosyal çevresinde, iş yaşamında ya da ev ortamında sigarayı bırakmak istediğini rahatlıkla dile getirebilirken; aynı durum bonzai bağımlısı bir kişi için pek de mümkün değildir. Bonzaiyi bırakmaya çalışan kişi tedavisini gizli tutmak pahasına belki iş yerinden başka bir gerekçeyle izin almak ya da tedavi süresince işi bırakmak durumunda kalacaktır.

Bir başka örnek de alışveriş bağımlılığı üzerinden verilebilir. Gündelik yaşamın bir parçası olan alışveriş davranışsal bir bağımlılığa dönüştüğünde, kontrolsüz para harcama ve kullanılmayan birçok materyalin evde depolanmasının yarattığı zorluklar gibi birçok probleme yol açmasına rağmen; sıklıkla kişinin çevresi tarafından “yalnızca biraz ucu kaçan bir davranış” olarak nitelendirilebilmektedir. Bu tanımlamada belirleyici olan eylemin yaygınlığı ve sıradanlığının yanı sıra kişinin yaptığı harcamaları tolere edebilecek maddi gücünün olmasıdır (en azından o an için). Kredi kartı borçları ödenemez ve ev eşyadan yaşanamaz hale geldiğinde sosyal çevrenin özellikle de yakınların bakış açısı değişecektir. Yine de, yakınlarından gelen uyarılar karşısında “Tam aradığım tarzdı, dayanmadım internetten her rengini aldım” diye kendini savunan bir kişiye çevresinin bakışı ile; “Çok sıkılmıştım, eğlenmek için online bahis yaptım” diyen kişiye çevresinin bakışı arasında bir farklılık olabilmektedir. Biri “şımarık ve düşüncesiz” sıfatlarıyla değerlendirilirken, ötekininse “kumarbaz” olarak etiketlenmesi muhtemeldir.

 

Bilmediklerimizden daha mı çok korkuyoruz?

Korku genellikle canlıların tehdit edici bir duruma verdiği doğal bir tepki olarak tanımlanır. Tehdit edici durum yaşamsalsa; örneğin boğulma gibi, kişide travma yaratabilir ve boğulma tehlikesi geçiren bir insan suya karşı çok şiddetli bir korku geliştirebilir. Bununla birlikte, bir şeylerin ters gitmesinden ya da zarar görmekten dolayı kaygı duymak ve görece bu durumu tetikleyen kişiye bu kaygıyı nesneleştirerek korku biçiminde yönlendirmek standart bir korku tanımından daha komplikedir.

Korkulan figür bağımlı bir kişi olduğunda, kişinin hangi durumda nasıl davranacağı konusunda tahmin yürütememek ve hastalığın neden olduğu kişideki değişimleri zarar verici olarak yorumlamak gerçek bir temas ve iletişim kuramamaya sebep olmaktadır. Bu iletişimsizliği besleyen en önemli faktör ise bağımlılığa ilişkin yetersiz ve/veya yanlış bilgilerdir.

“Bağımlı” dendiğinde birçok kişinin zihninde soluk yüzlü, zayıf, çökmüş göz altlarıyla olduğundan yaşlı görünen, kolları morluk içinde ve bağımlılığını sürdürebilmek için her tür suçu işlemeye hazır bir figür belirir. Bu kalıplaşmış düşünce diğer yargılar ya da klişeler gibi kendi içinde gerçekliğin bir kısmını barındırabilir; keza böyle görünen ve davranan bağımlılar vardır. Buna rağmen azımsanamayacak sayıda bağımlı kişi bu klişenin dışında yer alır: bağımlılığının işaretlerini ustalıkla saklar ve ortada bir sorun olduğunu çevresindeki pek çok kişinin fark etmesine olanak tanımadan yaşamını sürdürür.

Kişilerin bağımlılıklarını sanki kişiliklerinin saklanması gereken bir parçasıymışcasına çevrelerinden gizlemeleri, insanların zihnindeki bu kalıp içinde değerlendirilmek istememelerinden kaynaklanır. Benzer şekilde, kendilerini bağımlı olarak tanımlamama ve yaşadıkları soruna “yoğun stresten kaynaklı biraz kontrolümü yitirdim yalnızca ” vb. alternatif açıklamalar getirme kaygıları da kendi zihinlerindeki olumsuz “bağımlı” figürü ile ilişkilidir. Her iki koşulda da toplumun damgalamasını içselliştiren kişi, toplumdaki olumsuz kalıp yargıları kabullenerek değersizlik, utanç gibi duygular yaşar ve sosyal olarak geri çekilir. Bu içselleştirilmiş damgalanma, halihazırda toplum tarafından damgalanan insanların yaşamlarını daha da zorlaştırmaktadır.

Alanda yapılan araştırmalarda şizofreni gibi çevrenin anlamlandırmakta zorlandığı tuhaf (bizaar) belirtileri olan psikiyatrik hastalıklardan muzdarip kişilerin ve madde bağımlılığı olan kişilerin daha fazla ayrımcılığa maruz kaldığı belirtilmektedir. Bununla birlikte, alkol ve madde bağımlıları, ağır psikiyatrik hastalıkları olan kişilerden farklı olarak, toplum tarafından yaşadıkları durumu kendi yaratmış kişiler olarak algılanmaktadır. Seçim şansları olmasına rağmen sağlıklı olmayı seçmediklerini düşünüldüğü için, daha fazla yargılanmakta ve damgalanmaktadır. Üstelik ağır psikiyatrik hastalıklar yaşayan kişiler nasıl ki toplum tarafından beklenmedik anlarda tehlikeli davranışlar sergileyebilir olarak görülüyorsa madde bağımlıları da aynı şekilde değerlendirilmektedir. Bu durum, hastalıklar konusunda daha fazla bilgi edinmenin bir tercih değil insanca yaşayabilmek için bir zorunluluk olduğuna işaret etmektedir.

 

Doğru Bilinen Yanlışlar

 
Bağımlılar toplumdan izole edilmelidir, böylece kendilerine de çevrelerine de zarar veremezler.

İleri düzey bir bağımlılığın şiddetli yaşanan bir yoksunluğu ya da bağımlılığa eşlik eden psikopati vb. yatkınlıklar olmadıkça bağımlı kişiler saldırgan davranışlar sergilemez. Aksine kendi güvenli alanlarında izole biçimde kullanmayı tercih ederler. Bununla birlikte, madde etkisi altındayken kullanılan maddenin türüne göre zarar verme amacı taşımayan kontrolsüz davranışlar sergileyebilirler. Bağımlı kişiler muhakeme etmeden alelacele seçimler yapma eğiliminde olduğundan böyle bir durumda dahi en çok zararı kendilerine verirler.

Tecrit, bağımlılığın bir hastalık olduğu ve her an herkesin benzer durumu yaşayabileceği bilgisinden yoksun bir bakışın ürünüdür. Tecrit sanılanın aksine, hem bağımlı kişilere, hem de süreçte toplumun bütününe zarar vermektedir. Toplumdan soyutlanan bağımlı kişiler depresyon vb. diğer hastalıklara daha açık hale gelmektedir. Üstelik, dışlanma ve yalnızlaşma topluma karşı duyulan öfkeyi şiddetlendirmenin ötesine geçememektedir. Buna karşın, toplumun kucak açmasıyla oluşabilecek sağlıklı bir çevre ve sosyal etkileşim içeren sosyal destek faaliyetleri, bağımlı kişilerin iyileşme ve ayık kalma sürecini olumlu yönde etkilemektedir.

Bağımlılık bir irade sorunudur, isteseler bırakabilirler

Bağımlılık tedavisinin davranışsal terapi yöntemleri içermesi tedavinin yalnızca irade yoluyla sağlanabileceği yanılgısını oluşturmaktadır. Ancak; bağımlılık beynin istemli olarak kontrol edilemeyen alanlarında oluşur. Kişinin psikolojik olarak istek duyduğunu belirtmesi bir irade sorunu ya da şımarıklık değil, hastalıktan kaynaklı beyninin verdiği bir tür alarmdır.

Psikoterapi sırasında nelere dikkat etmesi ve bağımlı olduğu madde ya da davranışa karşı istek duyduğunda ne yapması gerektiği konusunda bilgi edinmiş kişi, risk oluşturabilecek durumlara en başından ambargo koymayı seçebilir, irade ancak iyileşmeyi seçme noktasında devreye girer.

Bir maddeye bağımlılığınız varsa herşeye bağımlılık geliştirirsiniz

Çoklu bağımlılık sıklıkla görülen bir durum olmakla birlikte herkes için geçerli değildir. Bu durum daha çok, her bir madde ya da davranışın kişinin beyin kimyasıyla ne ölçüde eşleştiğiyle ve yaşadığı bağlamla ilgilidir.

Bağımlılığın geni var; bu yüzden ailede varsa kişi de bağımlı olur

Bir kişinin bağımlı olur olup olmadığını belirleyen tek bir gen ya da gen dizisi yoktur. Bir kişinin birinci derece akrabaları bağımlı olsa bile, bu o kişinin de bağımlı olacağı anlamına gelmez. Araştırmalara göre genlere atfedebileceğimiz pay yüksek bir oran gibi gözükse de, bağlam ve kişisel deneyimler genetik yatkınlığın aktif hale geçebilmesinde oldukça büyük bir paya sahiptir.

Bağımlılığı yalnızca genetik yanıyla ele alan bir yaklaşım; ailesinde aktif bir bağımlılık görmemiş birçok kişinin kendisinde herhangi bir yatkınlık olmadığını düşünerek sahte bir güven duygusuyla riskli deneyimlere adım atmasına ön ayak olurken, tedavi görmek isteyen birçok bağımlının da asla iyileşemeyeceğini düşünerek tedavi girişimi baltalamaktadır.

Bağımlılık eğitimsiz, güçlü aile bağları ve ahlaki değerleri olmayan insanların sorunudur

Bağımlılık ayrım yapmadan toplumun her kesimini içine alan bir hastalıktır. Her yaştan, her etnik yapıdan, her kültürden, her dini ve felsefi inançtan, her sosyoekonomik yapıdan insanı etkiler. Genellikle bağımlı kişiler kendi kişisel inançları, değerleri ve ahlaki anlayışlarını da ihlal edecek şekilde davranmaya eğilimlidir. Örneğin; inancı gereği yaşamı boyunca ağzına alkol sürmemiş bir insanın, yoğun miktarda esrar tükettiğine ya da her gün kumar oynadığına şahit olabilirsiniz. Bazen de kişiler kendi değerlerine ya da yaşam felsefelerine uyum sağlayacak biçimde bağımlılıklarını kamufle etme eğilimi içinde olabilir. Örneğin, kişi her akşam bir büyük rakı içip, bunu geçmişle bugün arasında köprü kuran bir tür ritüel olarak tanımlamayabilir ve bağımlılığını aklayabilir.

Bitirirken,

Birebir yaşamadığımız ya da tam olarak anlamadığımız şeyleri eleştirmek ve yargılamak kolaydır. Tanıdığınız birisi bağımlılık ile mücadele ediyorsa, bağımlılık hakkında daha fazla bilgi edinerek ona yardımcı olmaya çalışabilirsiniz. Hiçbir şey yapamadığınızı hissediyorsanız dahi, tedavi sırasında yaşayabileceği duygusal iniş çıkışlar ya da geri düşüşler karşısında yaralayıcı sözcükler kullanmamak ve ona yeni bir mücadele alanı daha açmamak belki de verebileceğiniz en iyi destek olacaktır.